İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 19 / Kasım-Aralık 2011

Sempozyum ‘11
III. Oturum

Alman Eğitim Sisteminde Anadilinin Eğitsel Rolü ve Göçmenlerin Eğitim Sorunları
(Özet)

Sempozyum 2011



    2006’da Birleşmiş Milletler kapsamında Alman eğitim sistemindeki durumu inceleyen ve hazırladığı raporla kamuoyunda eğitsel konulara yeni bir boyut kazandıran eski BM Eğitim Hakları Özel Raportörü Prof. Dr. Vernor Muñoz, sempozyumun “Alman Eğitim Sisteminde Anadilinin Rolü ve Göçmenlerin Eğitim Sorunları” konulu oturumuna katıldı. Vernor Munoz, sempozyum sunumunda, dil ve kültür olgularını irdeleyerek, kültürün, eğitim, barınma ve sağlık gibi bir insan hakkı olduğunu vurguladı, “kültürel haklar, özgün içeriğinin yanı sıra, uygar, siyasal, ekonomik ve toplumsal özgürlüklerin gerçekleşmesi için gerekli yakınlaşma alanlarıdır ve kimlikle ilgili önemli konuları kapsar. Diğer bir ifadeyle, kültürel haklar, demokrasiyle ve toplumsal katılımla beslenir ve genişler. Bu nedenle, kültürel hakların ihlali, her zaman diğer insan haklarının ihlali demektir” diye konuştu.
    Eğitim hakkı bağlamında anadilinin önemine değinen Muñoz, okullardaki resmi dil uygulamalarının, anadilleri resmi dil olmayan öğrencileri olumsuz etkilediğini belirtti. Yapılan birçok araştırmanın, anadilinin en uygun şekilde öğrenilmesinin önemini ortaya koyduğuna işaret eden Muñoz, “eğitim sistemlerinin demokratikleştirilmesi, dünyanın belki de karşı karşıya olduğu en acil sorunlardan birisidir [...] Bazen okulu gerçekten demokratik bir alan haline getirmek için eğitimde neyin değiştirilmesi gerektiğini merak ediyorum. Ve sadece küçük bir şeyin değiştirilmesi gerektiğini söylüyorum: Herşeyin!” diyerek sözlerine devam etti.
    Alman eğitim sisteminde göçmenlerin sorunlarına ilişkin olarak da, 2006’da Birleşmiş Milletler için hazırladığı rapora dayanarak, erken sınıflandırmanın göç kökenli, yoksul ve engelli insanları olumsuz etkilediğini belirtti. Alman eğitim sistemine yönelik değerlendirmesinde Muñoz, bu sistemin, farklı kültürel koşullardan gelen çocukları gözardı etmemesi gerektiğini vurguladı. (Prof. Dr. Vernor Muñoz’un sunumunun tam metni için bkz. sayfa 11-12.)
    Duisburg Essen Üniversitesi DaZ/DaF (İkinci/Yabancı Dil Almanca) Bölümü Başkanı Prof Dr. Katja Cantone-Altıntaş, sempozyumda, göçmen temsilcileri tarafından ortaya konulan deneyimleri temel alan bir sunumda bulundu. Toplumsal söylemlerde sıkça karşılaşılan durumun, karşıtlık ilişkisi oluşturulması şeklinde olduğunu dile getiren Cantone-Altıntaş, “bir insan ya Türktür ya da Alman, iyi İspanyolca ya da iyi Almanca konuşabilir, ama her ikisinin birlikte gerçekleştirilmesi hiçbir zaman mümkün değil duygusu verilmektedir” dedi.
    Üniversitede öğretmen eğitimi kapsamında, geleceğin öğretmenlerinin okullarda nasıl içselleştirici dil desteği sunmak üzere çalışabileceklerini aktarmaya çalıştığını belirten Prof. Cantone-Altıntaş, eğitim dilinin geliştirilmesinin de önemli bir etmen olduğunu vurguladı. Günlük yaşam dilinin okulda başarılı olmaya yetmediğine işaret eden Cantone-Altıntaş, eğitim dilinin ve fizik, biyoloji vb. derslerin alan dilinin öğretilmesinin öğretmenlerin görevi olduğunu söyledi.
    Prof. Cantone-Altıntaş, göçmen çocuklarının yedinci, sekizinci sınıflarda Almanca bir metni kaleme almayı dahi becerememelerinin kendisini şaşkınlık içinde bıraktığını ifade ederek, bundan ne çocukların ne de ailelerin sorumlu tutulamayacağını, sorumluluğun eğitim sürecinde aranması gerektiğinin ve sorunun sistemde yattığının altını çizdi. Toplumsal ölçekte, yeni kuşakların sürekli olarak kökeninin konu edilmesinin, bu kuşakların kendi aidiyetlerini belirlemelerinin önünde bir engel teşkil ettiğini ve göç kökeni vurgusunun artık terk edilmesi gerektiğini dile getirdi.
    Almanya’da diller arasında, bunların saygınlığı açısından bir ayrım yapıldığını, ailelerin, çoğu zaman konuştukları dillere toplumsal tepki gösterilmesi nedeniyle çekingen olduklarını ve çoçukların bunu fark ederek bu dili konuşmayı istemediklerini kaydetti. Konuşmasında belli başlı öneriler getiren Cantone-Altıntaş, öğretmenlerin yabancılaştırıcı atıflarda bulunmamaları gerektiğini ve kültüre değer verilmesinin, olumsuzlukların, özellikle medya tarafından ön plana çıkarılmamasının önemli olduğunu sözlerine ekledi.
    Eğitim ve Bilim Sendikası (GEW) 2. Başkanı Marianne Demmer, sendikal çalışmalarına başlamadan önce öğretmen olduğunu ve yirmi beş yıl boyunca sonderschule (engelli okulları) ve hauptschulelerde (ortaokul) görev yaptığını belirtti. Göze batmamaları için adları förderschuleler olarak değiştirilen sonderschulelerde, kimin öğrenim engelli olup olmadığına yönelik son derece keyfi kararlar verildiğini gördüğünü ifade etti.
    Yoğun olarak Türk işçilerinin bulunduğu bir bölgede öğretmenlik yaptığına değinen Demmer, burada büyük bir haksızlık yaşandığını, bunun nedeninin de Türk ailelerinin sonderschuleleri, çocuklarına iyi eğitim ve destek verebilen okullar olarak kavramalarından kaynaklandığını vurguladı. Velilerin, sorunun özünü anlayamamış olduklarını söyleyen Marianne Demmer, çocuklarının neyle karşı karşıya kaldıklarını bilemediklerini belirtti. Erken seçiciliğin eğitim sisteminin en vahim yönü olduğunu ve zaten ailesel nedenlerle dezavantajlı olan çocuk ve gençleri bir kez daha mağdur ettiğini sözlerine ekledi. Hauptschule öğretmenliği yaptığı dönemlerde, bu çocukların yoksul kesimden çocuklar olduğunu da gördüğünü dile getiren Marianne Demmer, bu hauptschulenin, ayrıca mültecilerin toplatılıp koyuldukları bir yer olduğuna da değinerek, “okul sistemimi- zin bir diğer olumsuz yanı, sorunların belli başlı kentsel bölgelerde yoğunlaştırılmasıdır” dedi.
    Dil sorununda Eğitim ve Bilim Sendiksı’nın tutumunu açıklayan Marianne Demmer, birinci dilin, diğer bir dilde uygun yeterliklerin geliştirilmesinde önemli olduğunu, bilim dünyası tarafından görünüşte somutlaştırılamayan bu konuda, taleplerini, kararlı ve katı bir yol izleyerek, insan hakları sorunuyla bağlandırdıklarını belirtti, “eğitim hakkı, kültürek kimlik hakkı, bizler açısından dil edinimi taleplerimizin esaslarını oluşturur.” Politika tarafından birinci dil ile ikinci dilin birbirine karşı kullanılmasını eleştiren Demmer, PISA araştırmalarından bu yana köken dilinin geriletildiğini, yalnızca ders diline odaklanıldığını ve tartışmalı dil seviye testlerinin sayısının arttığını açıklayarak, hemen her eyalette anadili derslerinin azaltıldığına ve okul bahçelerinde Almanca zorunluğu getirildiğine dikkatleri çekti.
    Konuşmasına bir istatistik veri ile başlayan Köln Üniversitesi eğitim üyesi Prof. Dr. Cristina Allemann-Ghionda, istatistiklerde göçmen kökenli öğrencilerin eğitim sisteminde daha az başarılı olduklarını, bunun nedeninin ise göçmenlikle ilişkisi olmadığını, daha çok sosyal eşitsizlikten kaynaklandığını vurguladı. Toplumda “yabancılar yeterince Almanca bilmiyorlar” kanısının yaygın olduğunu, bunun ise gerçeği tam yansıtmadığını belirtti.
    Eğitimde Evebeynlerin de büyük bir rol oynadığının göz ardı edilmemesi gerektiğine değinen Ghionda, örgütlü ve girişken ailelerin çocuklarının daha başarılı olduklarını söyledi. Konuşmasına sosyal eşitsizliğin eğitimdeki rolünü açımlayarak devam eden Prof. Ghionda, bu sosyal eşitsizliğin ve elemeci okul sisteminin daha az olduğu ülkelerde (İskandinav ülkeleri, Kanada), göçmen kökenli öğrencilerin daha başarılı olduğunun gözlemlendiğini açıkladı.
    Gomolla ve Radtke’nin “kurumsal ayrımcılık” tezine de değinen Ghionda, Almanya’nın bölümlenmiş okul yapısının öğrencileri kanalize ettiğini belirterek, eğitimcilerin bu yönde şartlandırıldıklarının altını çizdi ve çok kanallı okul yapısının sadece OECD ve Avrupa ülkelerinde değil, diğer ülkelerde de bulunmadığını söyledi. Tam gün okulların, hazırlık okullarının ve anadili eğitiminin iyi bir başlangıç olabileceğini belirten Prof. Ghionda, hala bu alanlarda arz yetersizliği bulunduğuna ve çoğu durumda da anaokulları için harç talep edildiğine dikkat çekti.
    Kendisinin de Güney Amerika’da ikidilli bir okulda okuduğuna değinen Ghionda, konuşmasında, “hiç kimsenin yabancı ülkelerde bulunun ikidilli Alman okullarını eleştirdiğini duymadım” dedi ve bu okulların çok başarılı olduklarını söyledi. Anadillinin sadece görüntüsel değil, planlı, programlı, profesyonel eğitimciler tarafından verilmesi gerektiğini, ayrıca bu derslerin gerçekten verilip verilmediğinin kontrol edilmesi için bir mekanizma kurulmasının zorunlu olduğunu, aksi takdirde bunun bir getirisi olmayacığını özellikle vurguladı.