İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)
ISSN 2194-2668


Die Gaste, SAYI: 20 / Ocak-Şubat 2012

Çok Dillilik Alanında Kullanılan Terimlere
Eleştirel Bir Bakış

Prof. Dr. İnci DİRİM
(Viyana Üniversitesi)


Resmi dili Almanca olan ülkelerde çok dillilik ile ilgili akademik çalışmalarda, toplumsal ve güncel tartışmalarda bir terim kargaşası yaşanmaktadır. “Erstsprache” (İlk Dil) ve “Muttersprache“ (Anadili) terimleri buna bir örnektir. Göçmen kökenli çocukların öğrendikleri göçmen dili söz konusu olduğunda, hangi terimin daha uygun olduğu genellikle bilinmemektedir. Bu durum, kullanılan diğer terimler de dikkate alındığında, daha da karmaşık bir hale gelmektedir.
    Resmi dili Almanca olan ülkelerde çok dillilik ile ilgili akademik çalışmalarda, toplumsal ve güncel tartışmalarda bir terim kargaşası yaşanmaktadır. “Erstsprache” (İlk Dil) ve “Muttersprache“ (Anadili) terimleri buna bir örnektir.
    Göçmen kökenli çocukların öğrendikleri göçmen dili söz konusu olduğunda, hangi terimin daha uygun olduğu genellikle bilinmemektedir. Bu durum, kullanılan diğer terimler de dikkate alındığında, daha da karmaşık bir hale gelmektedir. Aşağıda sık kullanılan belli başlı kavramlar verilmekte ve kısaca açıklanmaktadır.
    Erstsprache (İlk Dil): Bu terim daha çok psikolengüistik açıdan kullanılmaktadır. Söz konusu olan, bir çocuğun ilk öğrendiği dildir. Çeşitli araştırmalara göre üç yaşına kadar öğrenilmiş olan dil veya diller, ilk dil(ler) olarak kabul edilmektedir. Bu diller üç yaşından sonra öğrenilmeye başlanan diller için bir temel oluşturmaktadır. Zaman akışı içerisinde bir kişinin ilk öğrendiği dili kullanmama nedeniyle unutması veya başka bir dili daha iyi derecede öğrenmesi mümkündür. Böyle bir durum söz konusu olsa da, ilk dil olarak öğrenilen dil(ler) değişmez. Bu demektir ki, ilk dilin en iyi bilinen dil olması şart değildir. Eğer göçmen ailelerin çocukları yaşamlarının ilk üç yılında sadece bir göçmen dilini, örneğin Türkçeyi öğrenmişlerse, ilk dillerini bu göçmen dili teşkil eder. Ancak, evde baskın olarak konuşulan dil göçmen dili olsa dahi, göçmen aile içinde büyümekte olan çocuklar, okula gitmekte olan büyük kardeşleri, akraba ilişkileri, komşuluk ilişkileri ve başka nedenlerden dolayı Almanca’yı az veya çok öğrenmektedir. Bu takdirde bu çocukların ilk dili iki dil, örneğin Türkçe ve Almanca olacaktır. Bu durum evlerinde azınlık dilleri konuşulan çocuklar için de geçerlidir. İlk dil terimi eski metinlerde kişi için en önemli dil anlamında da kullanılmaktadır, ancak bu yaygın kullanım değildir.
    Zweitsprache (İkinci Dil): Psikolengüistik açıdan bakıldığında burada yine dillerin hangi sıralamaya göre öğrenildiği ön plana çıkmaktadır. Üç yaşından sonra günlük hayatta öğrenilmeye ve konuşulmaya başlanan dil, ikinci dil olarak tanımlanır. Örneğin eğer bir çocuğun evinde hemen hemen sadece bir göçmen dili kullanılıyorsa bu dil ilk dili, ana okulunda öğrenilen dil ise, ikinci dili teşkil eder. “Deutsch als Zweitsprache“ (İkinci Dil Olarak Almanca) terimi buna göre aslında mutlak bir doğrulukta kullanılmamaktadır, çünkü, yukarıda da belirtildiği gibi, çocukların çoğu Almanca’yı öğrenmeye üç yaşından önce başlamaktadır. Buradan çıkarılacak sonuç, terimlerin günlük hayatta ve bilimsel alanda yeterince net olarak kullanılmadıklarıdır. Yerleşmiş bir kavramı değiştirmek de çok zordur; belki de bu iki terimin tartışılmasından çıkarılacak sonuç, eğer bir çocuğun dil destek dersleri için veya dil terapisinden dolayı ilk dilinin hangisi olduğu sorusu sorulduğunda, yukarıdaki bilgiye göre yanıt verilmesidir.
    Fremdsprache (Yabancı Dil): Yabancı diller okullarda veya kurslarda öğretilen, öğrencilerin günlük yaşamlarında hemen hiç karşılaşmadıkları ve belki de hiç bir zaman kullanmayacakları dillerdir. İngilizce’nin yabancı dil olarak kabul edilip edilmemesi tartışma konusudur, çünkü çocuklar ve gençler en azından internet kullanımından ve yaygın müzik kültüründen dolayı okul dışı ortamlarda da İngilizce’yi kullanmaktadır. Bu durum Almanya’da öğretilen diğer yabancı diller, örneğin Fransızca için geçerli değildir. Önemli olan, Türkçe ve diğer göçmen dillerinin yabancı dil olmadıklarının anlaşılmasıdır. Almanca da göçmen kökenli çocuklar için bir yabancı dil değildir. Hem Almanca, hem de göçmen dilleri, göçmen kökenli çocukların sosyalleştirildikleri diller olduğu için kişilik gelişimlerinde büyük rol oynamaktadır, yabancı bir dilin bu tür bir etkisi olduğu ileri sürmek mümkün değildir.
    Muttersprache (Anadili): Ana dili terimi, yukarıda tartışılan terimlere göre daha az bariz bir terimdir. Örneğin yetimler yurdunda büyüyen çocuklar, yanlarında anneleri olmadığı halde doğal olarak çevrelerinde konuşulan dili öğrenirler ve bu dil ana dili olarak görülmektedir. Bunun gibi ”ana dil“ teriminin tam olarak uymadığı çeşitli durumlar söz konusu olmaktadır. Göçmen kökenli çocukların konuştuğu göçmen dilinin bu çocukların ana dili olduğunun kabul edilmesi, söz konusu çocukların birçoğu için neredeyse aynı derecede önemli bir sosyalleşme dili olan Almancanın onların dili olarak görülmemesi, hatta onların bir tür dışlanması anlamına gelecektir. Almancayı da kendi dili olarak benimsemiş bir çocuğa Almanca’nın ana dili olamayacağını dolaylı yolla da olsa (ısrarla) söylemek, bu çocuğu ötekileştirmek anlamına gelecektir. Bu nedenle bu terimi kullanma konusunda çok dikkatli davranılması gerekir. Ana Dil terimi belki de bir insanın bir dile olan duygusal bağını göstermek amacıyla kullanılabilecek bir terim olarak kabul edilebilir.
    Familiensprache (Aile Dili): Bu terim, ”ana dil“ teriminin belirsizliğinden dolayı geliştirilmiştir. Kuzey Avrupa ülkelerinde ailelerde kullanılan diller için yaygın olarak kullanılmaktadır.
    Herkunftssprache (Köken Dili): Bu terim de yaygın olarak kullanılan bir terimdir, örneğin Türkçe’de “Ana Dil Dersleri“ denilen dersler, Almanca’da “Herkunftssprachlicher Unterricht“ olarak da adlandırılmaktadır. Ancak, bu terim sosyal bilimciler tarafından eleştirilmektedir. Eleştirilen nokta, bu terimle insanlara ırk kavramına kadar dayanabilen bir kategoriyle bakıldığı öne sürülmektedir. ”Köken Dili“ kavramına yapılan bu eleştiri, kanımca haksız sayılmaz. İkinci veya üçüncü nesilde Almanya’da yaşayan bir çocuğun kökeni acaba nedir? Bu çocuklara –bazıları geldikleri ülke olarak görülen ülkeyi hiç görmemişlerdir– “göçmen kökenli çocuk“ denmesinin ne derece doğru olduğu çok tartışılır bir konudur.
    Migrantensprache (Göçmen Dili): Bu terim, yukarıda sözü konusu olan terim kargaşalarına sıklıkla bir çözüm getirebilmektedir. Ancak, günümüzde göçmen kökenli olmayan kişilerin de arkadaş veya komşuluk ilişkilerinden dolayı Türkçe, Rusça vb. dilleri öğrenip konuştukları dikkate alındığında “Migrationssprache“, yani “göç dili“ terimini kullanmak daha doğru olacaktır. “Migrationssprache“ terimiyle, göçten dolayı Almanya’da yerleşmiş diller ifade edilmektedir.
    Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, doğru terim kullanımının çok zor, belki de mümkün olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenle terim kullanımında eleştirel yaklaşımın önemi ortaya çıkmaktadır. Günlük ve bilimsel dilde yerleşmiş terimleri değiştirmenin çok zor olmasından, bu terimlerin ardındaki kavramları eleştirel bir bakışla incelemenin ve tartışmanın gerekliliği daha belirgin bir şekilde anlaşılmaktadır.