Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • SONRAKİ YAZI
  • ÖNCEKİ YAZI
    2. Sayı / Temmuz-Ağustos 2008



    Die Gaste 2. Sayı / Temmuz-Ağustos 2008

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Neden Ana Dili?

    Hasan GÜRLER



        Bilim adamları, bebeklerin doğumdan önceki durumlarını incelemişler ve dışarıda olan birçok şeyden etkilendiklerini görmüşler. Annenin sevincinin, üzüntüsünün, dinlediği müziğin de bebeği olumlu veya olumsuz etkilediği tespit edilmiş. Bazı anneler doğumdan önce çocuğa dinlettikleri müziği, doğumdan sonra da dinletmeye devam ediyorlar. Bizim için en önemlisi de, çevrede annenin dili konuşulunca bebeğin tepki gösterdiği, başka bir dilde konuşulduğunda ise tepkisiz kaldığı görülmüş. Onun için ana dili diyoruz. Ana dilinin temeli çocuk doğmadan önce atılıyor, doğumdan sonra da bu temel üzerine dil gelişiyor. Çocuğun doğumdan önce başlayıp, üç yaşına kadar evde konuştuğu ana dili, ana okulunda, daha sonra da ilkokula başladığında yasak veya Türkçe Dersi yoksa, bu durumun onu ne kadar olumsuz etkileyeceğini tamin edebilmek için mutlaka pedagog olmak gerekmez. Bu nedenlerle birçok bilim adamı, ana okulunda da ana dilin geliştirilmesi gerektiğini savunuyorlar. Çünkü ana dili, ikinci dilin öğrenilmesinde büyük yararlar sağlıyor. “Apfel” denildiğinde çocuk “elma” sözcüğünü bilmiyorsa, bu onun için pek bir anlam ifade etmez. Fakat “elma” sözcüğünü biliyorsa, “Apfel” ile “elma” arasında bir ilişki kurar ve akılda daha çabuk kalır. Beni en çok üzen şey de, asıl görevleri ana dilini öğretmek olan bazı pedagoglara, bunun önemini anlatmaya çalışmaktır.
        Anadil Programının ön sözünü yazan NRW eski Kültür Bakanı Gabriele Behler, “Kim ana dilini sözlü ve yazılı iyi bilirse, o Almanca’yı da daha çabuk ve daha iyi öğrenir.” diyor. Bunun doğruluğunu ispat eden nice örnekler gördük. Son yıllarda Türkiye’de 1. veya 2. sınıfları okuduktan sonra okulumuza 5 çocuk geldi. Bu çocuklar yaşlarına ve sınıflarına bakılmaksızın, bir yıl süre ile hazırlık sınıfında Almanca öğrendikten sonra, normal sınıflara alındılar. Onlar ilkokulu bitirince bir tanesi bile Hauptschule’ye veya Sonderschule’ye gitmedi. Yani hepisi Realschule’ye ve Gymnasium’a gittiler.
        Ş
    u anda okulumuzda üç yıl önce Türkiye’den gelen, dördüncü sınıfta bir öğrencimiz var. Bu öğrencimiz, hazırlık sınıfına değil, normal sınıfa alınmış ve ek olarak da ona haftada on saat bir öğretmen tarafından Almanca ders verilmişti. Bu çocuk, yaz tatilinden sonra Realschule’ye başlayacak. Aslında sınıf öğretmeni Gymnasium’a da gidebileceğini söylüyor, fakat fazla zorlanmaması için, veli Realschule’yi istemiş.
        Şimdi akla şu soru gelebilir: “Türkiye’den gelen çocuklar, Almanya’da doğan çocuklardan daha zeki oldukları için mi bu kadar başarılılar, yoksa Türkçe’yi daha iyi bildikleri için mi?” Elbette onlar ana dillerini daha iyi bildikleri için, Almanca’yı bir yıl içinde dersleri takip edecek, sonra da Realschule’ye, Gymnasium’a gidecek kadar öğrendiler. Yani bazı velilerimizin ve öğretmenlerin düşündüğü gibi Anadil Dersleri, Almancayı öğrenmeye engel değil, aksine yardımcıdır.
        Ana dilinin çocuğun gelişmesinde, birçok yönden yararları vardır. Çocuk geldiği ana okulunda ve okulda ana diline, kültürüne de değer verildiğini görünce, kendisinin önemli olduğunu hisseder, kendine güveni artar. Böylece duygusal yönden de iyi gelişir. Duygusal yönden iyi gelişen bir çocuk, okulda daha başarılı olur.
        Birgün bir sınıf öğretmeni gelmemiş, ben de o sınıfa girmek zorunda kalmıştım. Bu durum ani olunca, bir hazırlık yapamamıştım. Aklıma iki dilli bir video çocuk filmi geldi. Çocuklara filmin iki dilli, yani Türkçe-Almanca olduğunu ve dikkatle dinlemeleri gerektiğini söyledim. Önde oturan bir Türk kız çocuğunun gururla omuzlarını oynatarak: „Ben ikisini de biliyorum.” demesi, aradan uzun yıllar geçtiği halde, hâlâ gözümün önünden gitmiyor. Başka bir örnek de: Oğlumla Türkiye’ye gitmiş, hava alanında uçak bekliyorduk. Yirmi yaşındaki oğlum bana: “Baba, ben eskiden Türkçe’yi fazla önemsemezdim. Fakat şimdi böyle güzel Türkçe konuştuğum için, çok mutluyum.” dedi. Şimdi bunun tersini düşünelim. Demek ki o zaman kendini çok mutsuz hissedecekti. Bir düşünür şöyle demiş: “Nereden geldiğini bilmeyen, nereye gideceğini de bilemez.”
        Bazı eğimciler, velilerden evlerde çocukları ile Almanca, bazıları da Türkçe konuşmalarını istiyorlar. Ben anadilin gelişmesi için, Türkçe konuşulmasından yanayım. Evde Almanca konuşmanın başka bir sakıncası daha var. O da, iyi Almanca bilmeyen veliler çocuklara yanlış örnek olabilirler. Bir yanlışı düzeltmek, yeni öğretmekten 27 defa daha fazla zaman gerektirmektedir.
        Biz evde çocuklarımızla yalnız Türkçe konuştuk. Fakat Almanca öğrenmeleri için de destekledik. İkisi de üniversiteyi başarı ile bitirdiler ve hiçbir uyum sorunları da yoktur.
        Çağdaş dünyada insan ilişkileri büyük bir hızla gelişmektedir. Bu nedenle çok dilliliğin, çok kültürlülüğün önemi de her geçen gün artmaktadır. Ekonomi çevreleri çok dillilikten memnundur. Çünkü çok dillilikten çok kazanmaktadırlar. Firmalarda, satış yerlerinde, doktorlarda, avukatlarda daha birçok kesimlerde çalışan göçmen kökenlileri düşünelim..
        Buna en güzel örnek, NRW eğitim Bakanlığının üç yıl için yürürlüğe koyduğu “Göçmen genç­lerin öğretmenliğe teşvik projesi”dir. Okullarda, iki dili ve iki kültürü de iyi bilen göçmen kökenli öğretmenlere çok büyük gereksinim duyulduğu için, böyle bir girişim başlatılmıştır. Bazı politikacılar ve çevreler anadil derslerinin uyumu engellediğini öne sürerek, kaldırılmasını savunuyorlar. Onlar: “Uyum için birinci şart Almanca’dır” diyorlar. Bu görüş tamamen yanlıştır. Böyle düşünüldüğü için Almanya’da, Türklerin uyumu bu güne kadar istenilen duruma gelemedi.
        Bence uyum için birinci şart Almanca değil, bu insanları duygusal yönden kazanmaktır.
        Uyum için asıl eksik olan budur. Sözlü, yazılı basına, bazı politikacıların konuşmalarına bakalım. Genellikle Türkler hakkında olumsuz şeyler görüyor ve duyuyoruz. Bu da insanlarımızın büyük bir bölümünü küstürdü, içe dönük bir yaşama itti. Elbette bu konuda bizlere düşen görevler de vardır. Fakat asıl önemli olan insanlarımıza, onların dillerine, dinlerine, kültürlerine, kısaca onlara değer verildiği, bu ülke için önemli oldukları hissettirilmelidir. O zaman uyum kendiliğinden hız alır ve daha sağlıklı olur.
        Uyum, birlikte yaşam, birlikte çalışma, topluma uyma ise, insan Almanca’yı iyi bilse bile, kendisini hor gören, istenmediğini hissettiren birisi ile birşey yapmak, ona yaklaşmak istemez. Yani zorla uyum olmaz.