Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • SONRAKİ YAZI
  • ÖNCEKİ YAZI
    26. Sayı / Mart-Nisan 2013



    Die Gaste 26. Sayı / Mart-Nisan 2013

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com


    Türkçe Almancaya Engel mi?
    Yoksa Destek mi?


    İlker BALÇIK

        En azından üç dil bileceksin
    En azından üç dil bileceksin
    En azından üç dilde
    Ana avrat dümdüz gideceksin
    En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin
    En azından üç dil
    Birisi ana dilin
    Elin ayağın kadar senin
    Ana sütü gibi tatlı
    Ana sütü gibi bedava
    Nenniler küfürler masallar da caba,
    Ötekiler yedi kat yabancı
    Her kelime aslan ağzında
    Her kelimeyi bir dişinle tırnağınla
    Kök sökercesine söküp çıkartacaksın
    Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek
    Her kelimede bir kat daha artacaksın
    En azından üç dil bileceksin
    En azından üç dilde
    Canımın içi demesini
    Canım ağzıma geldi demesini
    Kırmızı gülün alı var demesini
    Nerden ince ise ordan kopsun demesini
    Atın ölümü arpadan olsun demesini
    Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini
    İnsanın insanı sömürmesi
    Rezilliğin dik alası demesini
    Ne demesini be
    Gümbür gümbür gümbürdemesini bileceksin
    En azından üç dil bileceksin
    En azından üç dilde ana avrat dümdüz gideceksin
    En azından üç dil

    Bedri Rahmi Eyüboğlu


        1961 yılında başladı büyük macera. Almanya yabancı işçi alımı için kapılarını açtı. Büyük bir savaştan çıkmıştı. İşgücü kırılmıştı. Erkek nüfusu azalmıştı. İşte bu Türkiye’de büyük bir hareketliliğe neden oldu. Çünkü o zamanlar Türkiye fakirdi. Kötü yönetimler, basiretsiz idareler, kısır çekişmeler içindeki ülke bir türlü şaha kalkamıyordu. Bir çıkış gerekiyordu. Yapılan darbeler gençlerin gelecekten ümitlerini tüketiyordu. Ne yapmalıydı?
        İlk tren Sirkeci Garı’ndan yola çıktı. Dil bilmeden, iz bilmeden sadece sağlıklı oldukları kanıtlanan, eğitim durumlarına bakılmaksızın bir göç hikayesi başladı. Bir inek parası, bir traktör parası, başlık parası, düğün parası gibi hedeflerle çıkılan yol uzadı. Geri dönüş hedefleri unutuldu. Hedefler değişti. Geçici işçiler oldu kalıcı işçi. Alan memnun satan memnun. Peki ya çocuklar ne olacaktı?
        Alman okullarında ders zili çaldı. Çocuklar kiliseye giderek, dualar edilerek okula başladılar. Ama evde Türkçe konuşulmuştu. Dil en büyük problem olarak karşılarına çıktı bizim gurbetçilerin. Hem kendileri için, hem de çocukları için. Anaokul- ları (kindergarten) bunun için büyük bir çözüm oldu. Erken yaşta anaokuluna verilen çocuklar evde Türkçe konuşurken anaokullarında Almancayı öğrenmeye ve konuşmaya başladılar. Bir sorun daha vardı. Uzun süre Alman eğitimciler dil eğitiminde yanlış bir yol izlediler. Çocukların her yerde Almanca konuşmasını istediler. Böylece Almancayı daha iyi öğreneceklerdi. Evde, okulda, sokakta, camide, teneffüste… Türkçe konuşanlar azarlandı, dışlandı, ötelendi. Göçmenlerin dili küçük görüldü, hor görüldü. Çünkü onlar göçmendi. Dilleri önemsizdi. Aslına bakarsanız kendileri de önemsizdi. Daha da kötüsü gurbetçi çoğunluk da şöyle düşünmeye başladı; artık Almanya’dayız, Türkçe ne işe yarayacaktı ki? Almanca Almanca Almanca. Bu putun önünde büyük bir çoğunluk eğildi. Kendi dillerini unutmak uğruna, kültürden kopmak uğruna, sınıf atlamak uğruna Almancaya sarıldılar. Türkçenin Almanca önünde bir engel olduğuna kendileri de inandı. Şehir efsanesi dönüp dolaşıp geri geldi, bunu uyduranlar da sonunda buna inanmaya başladılar. Peki durum öyle mi? Yani Türkçe Almancaya engel mi yoksa destek mi?
        Nürnberg’de “Kültürlerarası Eğitimin Göçmen Kökenli Öğrencilerin Eğitim Başarısına Etkileri” isimli konferansta Pedagog Dr. Sabine Schiffer şöyle diyordu: “Anadilini iyi öğrenen çocukların yabancı dilleri daha kolay öğrendikleri bilimsel olarak kanıtlanmıştır.”
        Yine Die Gaste’de yazan Sevilay Büber şöyle anlatıyor: “Almancayı o yıllarda kısa bir sürede öğrenmemdeki en büyük destek, Türkçeyi iyi derecede konuşuyor olmamdan geliyordu. Zaten sınıftaki tek Türk öğrenci bendim, dolayısıyla başka bir seçeneğim yoktu. Almancayı öyle veya böyle konuşmak zorundaydım. Hızla geçiş yapabildim”.
        “İlk kuşağın çocuklarıyız. Bizler, eğitimdeki sistem yanlışlığından dolayı Almancayı öğrenmekte geciktik. Ama, Türkçemiz iyi olduğu için Almanlarla aynı sınıfta ders görmeye başlayınca, kolay ve doğru şekilde Almancayı öğrendik. Türkçeye hakim olmak, bizler için büyük bir şanstı.”
        Bizzat konuştuğum anaokulu öğretmeni Bayan Schwarzak bana şöyle diyordu: “Çocuklar evde kendi dilini konuşmalı. Bize gelince de buradaki dili konuşmalı. Eğer aile kendi dilini iyi konuşursa bu bizim işimizi kolaylaştırıyor.” Yani buradan şu anlaşılıyor, eğer Türkçe gibi köklü bir aileye mensup bir dile sahipseniz bunu güzel kullanmanız gerekiyor. Önemsemeniz gerekiyor.
        Türkçe bir diyalekt değildir, bir ağız değildir, bir şive değildir, bir lehçe değildir, literatürsüz geri kalmış bir dil değildir. Türk Dil Kurumu’na göre Türkçe dünyada en çok konuşulan 5. dildir. Bugün 220 milyon insan bütün ağız, şive ve lehçeleriyle Türkçe kullanıyor. Osman Nedim Tuna’ya göre M.Ö. 6700’lü yıllarda Türkçe oluşmaya başladı. Bugüne kadar birçok safhalardan geçti. Birçok abeceler kullandık. Doğudan batıya doğru olan yürüyüşümüzde başka dillerden binlerce kelime aldık ve verdik. İmparatorluk dili oldu Türkçe. Peki birkaç yıl ya da onlarca yıl ekonomik olarak zayıfladıysak dilimizi terk mi edeceğiz? Dilimizi bırakacak mıyız? Güçlü ekonomiye sahip diye kendimizden geçip o ülkenin dilini mi anadilimiz yapacağız? Bu doğru bir hareket midir? Şunu unutmayalım, dilini kaybeden dinini, milliyetini, şahsiyetini kaybeder.
        Örneklerini bizzat çevremde gördüğüm o kadar çok misal var ki, anadilinden yoksun büyüyen çocuklar, ikinci dilde de başarıyı bir türlü yakalayamıyorlar ya da çok zorlanıyorlar. Aileler iyi olsun diye yarım yamalak ikinci dili konuşuyorlar, ama bu arada ne elde anadil kalıyor ne de mükemmel bir ikinci dile erişilebiliyor.
        Bu kadar Türkçeyi övünce başka bir dil öğrenmeyelim mi diyenler çıkacaktır. Üniversitede değerli hocam Kadir Atlansoy şöyle derdi: Pergelin bir ayağını sabit bir yere koyun, diğer ayağını ise açabildiğiniz kadar açın. Bu şu demektir; kendi dilinizi iyi öğrendikten sonra istediğiniz kadar dil öğrenin, bunun sonu yok.
        Sonuç olarak şuraya gelmek istiyorum. Bir lisan bir insandır. Dil bilmek dünyanın en güzel şeylerinden biridir, ama anadilini güzel öğrenmek ve konuşmak şar- tıyla. Anadilini iyi bilen ve konuşan diğer dilleri çok daha kolay öğreniyor. Bunu bugün Alman dil uzmanları da kabul ediyor ve destekliyor. Öyleyse Türkçenin bugün ortalama 3 milyon Türk’ün yaşadığı Almanya’da artık seçmeli dil olma zamanı geldi de geçiyor bile. Türklerin Almancayı iyi öğrenmelerinin birinci şartı Türkçeyi iyi öğrenmelerinden geçiyor. Artık Almanya’da Türkçe seçmeli ders olmalıdır. Karneye girmelidir. Bırakın da Türkler artık Almancayı güzel kullansınlar ve konuşsunlar.
        15.02.2013