Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • SONRAKİ YAZI
  • İÇİNDEKİLER
    27. Sayı / Mayıs-Temmuz 2013



    Die Gaste 27. Sayı / Mayıs-Temmuz 2013

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Sömürgecilik-Sonrası Bağlamda
    Melezleştirilmiş “Kanak”
    [Der hybridisierte „Kanake“ als anti-rassistische Allegorie]



    Dr. Kien NGHİ HA


        Melezleme (Hybridität) kavramı daha çok Homi Bhabha’nın “The Location of Culture” (“Kültürün Konumlandırılması”/1994) adlı kitabından sonra kültür ve toplum bilimlerinde ünlenmiştir. Bhabha melezleme görüşünü sömürge söylemi incelemelerine (Colonial Discourse Analysis) dayanarak geliştirmiş ve iki anlam boyutunu ortaya koymuştur: 1. Sömürgecilik söyleminde bir kültürel yıkıcılık faaliyeti olarak melezleme; 2. Sömür-gecilik-sonrası kültür teorilerinin bir bileşeni olarak melezleme. Bu yazım, “kanak”ın yazınsal melezleştirilmesi örneğinden hareketle, yıkıcılık ile sömürgecilik-sonrası kültür arasındaki bağlantıları konu ediniyor (Ha 2010).
        Göçmenlerin “kanak” söylemi Muhsin Omurca, Osman Engin ve Feridun Zaimoğlu gibi yazarlar tarafından 1990’lı yıllarda popüler kültürün bir ikonu haline getirildi. Bu söylem, baskın görünen sömürgeci-ırkçı görünümlerin azınlık söyleminde anlamlandırma uygulamaları (Signifying Practices) aracılığıyla tersyüz edilmelerinin bir örneğidir. Baskın toplumun düşmanca yaklaşımı özellikle yazınsal alanda marjinal kesimlerin reddiyle karşılaşmıştır. Bu noktada olumlu anlamda çevrilmiş bir özanlayış olarak “kanak” figürünün özgüvenle üstlenilmesi, çok eskilere dayanan sömürgeci-ırkçı yanlış tanıtma ve post-kolonyal anlamlandırma stratejileri tarihine bir gönderme yapmaktadır.
       
        Göç Söyleminde Sömürgeci
        Yanılsamalar

        En geç “konuk işçi” alımının durdurulmasıyla birlikte, 1970’lerin başında, önceleri yararlı görülen göçmen işçiler sorunlu bir sosyo-kültürel grup olarak tanımlanmış ve aşağılayıcı atıflarla bezenmiştir. Bu dönemde, yazar John Berger, Batı Almanya’da yaşayan Türk işçilerin günlük hayatlarındaki çelişkileri gözlemlemiştir:

        “O [göçmen] yeni dilde yirmi sözcük öğrenmişti. Ve bu sözcükleri her kullandığında anlamlarının değiştiğini görmek onu ilk olarak şaşırtmıştı. Bir kahve ısmarladı. Barmen açısından bu sözler, kahve ısmarlamaması gereken yerde kahve ısmarladığı anlamına geliyordu. ‘Kız’ demeyi öğrendi. Sözcüğü kullandığında azmış bir boğa olduğu anlamı çıkıyordu. Sözcüklerdeki belirsizliğin farkına varmak kolay mı?” (Berger, 1975 Bhabha’dan alıntı 1997: 187).     Bu soruya eğilmek için tarihsel ve toplumsal bağlamın ortaya konulması kaçınılmazdır. Çünkü işçi alımının durdurulmasıyla el ele yürüyen ve göçmen topluluklara, özellikle de Türkçe konuşan topluluklara karşı toplumda ciddi ölçüde kötüleşen olumsuz ruh hali, başsayfa konusu olarak Alman öncü medyalarından birinde örnek nitelikte yansıtılmıştır. Der Spiegel 30.07. 1973’te çok açık bir manşetle, “Türkler geliyor–kaçın”, bir dizi kurmaca, yok oluş senaryoları ve Türklerle ilgili olumsuz steryotipler yaymıştır. 1990’larda yürütülen sığınmacılar tartışması da çarpıcı biçimde benzer stil öğelerine gönderme yapmış ve ayrıca Alman sömürgeciliği döneminin endişe uyandıran görüntülerinden de yararlanmıştır. Böylece birçok medya kuruluşu tarafından “sığınmacı istilası” ve sözde yaklaşmakta olan “Avrupa’ya akın” uyarısı yapıl- mıştır. 1970’li yıllarda olduğu gibi Der Spiegel de, “Tehlikeli Derecede Yabancı” (14.04. 1997) manşetinde görüldüğü gibi, ırkçı steryotipler uydurmuş ve “Banliyölerde Patlamaya Hazır Birer Saatli Bomba” olarak göçmenlere karşı uyarıda bulunmuştur.
        Bu aşırı yabancılaştırma söylemi Alman tarihinde çok gerilere dayanıyor. İmparatorluk döneminden bu yana benzer ifadelerle tehdit metaforları ve istemler tekrar edilmekte. Henüz I. Dünya Savaşı’ndan önce ırkçı bir biçimde damgalanmış göçmenler, düzenli olarak “aşırı yabancılaştırmanın”, “insan selinin” ve “akınların” ve “taşkınların” ana kaynağı olarak teşhis edilmiştir. “Almanya Almanlarındır” isteği bu dönemde dile getirilmiştir. Bu görüntülerin geri dönmesi, Almanya’nın sömürge tarihinin henüz yeterince değerlendirilip aşılamamış olduğunu göstermekte (Ha 2003: 86-95).
       
        Kanakistan’dan Öyküler
        Özellikle Türk göçmenleri hedefleyen aşağılayıcı bir gönderme olarak 1970’lerden bu yana çok yaygın kullanılan “kanak” kavramı, bu kültür tarihi çerçevesiyle bağlamlandırılmalıdır. “Kanak” terimi, Almanya’da “Kazaklar, “Hannaklar” ve “Polaklara” (Lehler) karşı varolan köklü Slav karşıtlığının, Alman sömürgeciliğinin Pasifik bölgesinde yayıldığı dönemden bu yana korunan “yamyam” efsanesiyle sömürgeci-ırkçı bir neo-mantıkçılık düzleminde birleştiği 19. yüzyılda doğmuştur. Bu terim, biyolojik açıdan ve uygarlaşmışlık yönünden değeri düşükleri tanımlamak için halk arasında kullanılan bir şifredir. “Bimbo”, “Neger” ve “Fidschi” gibi diğer aşağılayıcı tanımlar da benzer sömürgeci-ırkçı içeriklerle yüklenmiştir.
        Feridun Zaimoğlu’nun 1995’te “Kanak Dili. Toplumun Kenarından 24 Ayarsız Ses” adlı kitabı yayımlandığında, bu kitap neredeyse hiç dikkat çekmedi. Alman kültür coğrafyasında yalnızca kullandığı yazınsal dil çok yeni ve alışılması gereken bir tarz değildi, aynı biçimde ikinci kuşak göçmenlerin bakış açıları ve yaşam dünyaları da o ana kadar bu kültür coğrafyasında dikkate alınma ve kabul görme isteminde bulunabilecek bir konu olarak görülmüyordu. Başlangıçtaki ilgisizliğin ardından Alman medya ve kültür atölyeleri, “Kanak Dili”nin iki temel öncülünden ürkmüşlerdir: 1. İkinci ve özellikle üçüncü kuşak “konuk işçi çocukları” gururlu bir inatla (Zaimoğlu 1995:9) ve isteğe göre [kendilerini] “kanak, kanaksta ya da kanakgangsta” olarak tanımlıyorlar”. 2. “Kanak Dili”nde, “toplumsal açıdan uyumlu” (agy.) ve hassas kozmopolit duygulara sahip akademik bilginlerden farklı olarak, sokak dövüşü deneyimi edinmiş bir entelektüel türünü karakterize eden “kanağa söz hakkı veriliyor yalnızca” (agy.: 18). “Ağlamaklı, kendini sevdirmeye çalışan ve kamu destekli göçmen edebiyatına” (agy.: 11) açıkça sırt çeviren bu kültürel politik öz biçemleme ve konumlandırma, çoğunluk toplumun eğitsel ufuklarına pek de sığmıyordu.
        “Kanak Dili”nin “Türk kökenli genç erkeklerin vahşi ve radikal-gerçekçi itirafları” (kitabın ön kapağı) olarak pazarlanmasına karşın, o, dilsel açıdan yenilikçi bir yapıttır, “çeviri” ve “benzekler (Nachdichtung)” (Zaimoğlu 1995: 18) aracılığıyla son derece stilize edilmiş ve yazınsal yönden ustalıkla bestelenmiş bir antolojidir. Yoğunlaştırılmış ve dramaturjik yönden gözden geçirilmiş metinler, ikinci kuşağa ait farklı Alman-Türk kökenli insanlarla yapılan söyleşilere dayanmaktadır. Dolayısıyla bilimsel çalışmalardan farklı olarak yaratıcı özgürlüklerden yararlanabilen bu kitabı, birinci tekil şahısta ve kurmacalaştırılmış kentsel bir sosyo-etnografi olarak okumak olanaklı.
       
        “Siyah adamla doğrudan bağlantı”
        Kökeni ırkçı bir bağlama oturan “kanak” deyiminin alt kültürel tersyüz edilişi kuşkusuz Türk-Alman göç deneyiminin bir parçasıdır. Özellikle göçmen Hip-Hop kültüründe Siyah Amerika’yla çok çeşitli bağlantılar olduğu gözden kaçmamaktadır. Da Crima Posse grubundan bir rapçi olan Ali kendi kültür sermayesini “siyah adamla varolan doğrudan bağlantı” olarak tanımlamaktadır (Zaimoğlu 1995: 27). Zaimoğlu “Kanak Dili” kitabının giriş yazısında şu bağlantıyı kurmakta:
          “Hepsini biraraya getiren duygu ‘lanetliler liginde oynamaktır’... Kanak! Bu aşağılayıcı kışkırtma, bu ‘lümpen etnik kişilerin’ kimliğini belirleyen bir şifre, onları birleştiren bir öğe oluyor. ABD’de Siyah Bilinci Hareketi’ne benzer bir biçimde, tekil kanak alt kimlikler artan ve herşeyin üzerinde olan bağlantıların ve içeriklerin bilincine varıyor.” (agy.: 17)
        “Kanak”ın farklı tanımlanışının, Afro Amerikan rap müziğinde ve siyahların günlük konuşma dilinde sömürgeci-ırkçı “Nigger” kavramını üstlenmelerinin eşdeğeri olarak görmek anlaşılabilir bir durum. Kültür ve müzik eleştirmenleri rap şiirleri, ritim ve sunum biçimleri aracılığıyla, eser sahibi yazarların varolup olmadığından duydukları şüpheyi ve böylece otantizmi ve özcülüğü sorguladıklarını göstermişlerdir. Rap belirsiz anlamlar oluşturmaya ve böylece homojenliği ve kesinliği engellemeye çalışmakta. Rapçiler zihinsel üretim hırsızlığı suçlamasıyla örnekleme yaparak alay etmekte ve rapi tarihin eleştirel bir değerlendirmesini yapmak amacıyla kullanmaktalar.
        Stuart Hall, varolan anlamlandırma olanaklarına karşın yeni belirsiz ve karşıt anlamlar sunan kodlama ötesini (trans-coding) şöyle inceliyor:
          “Sonuçta, anlam düşmeye ve kaymaya başlar; yeni doğrultulara sürüklenmeye veya kopmaya ya da bükülmeye başlar. Yeni anlamlar eskilerine karşı bağışıktır. Sözcükler ve imgeler kimsenin kontrol edemediği çağrışımlar içerir ve bu marjinal ya da örtülü anlamlar yüzeye çıkarak, farklı anlamların oluşturulmasına, farklı şeylerin gösterilmesine ve ifade edilmesine olanak tanır” (Hall 1997: 270).
        Anlam kaymasının politik mantığı, onu ulus-ötesi ve sömürgecilik-sonrası çerçeveye oturttuğumuzda daha iyi anlaşılır. Daha başka ırkçılık karşıtı girişimler de tarihsel öncüleri olan melezleştirilmiş bir kimlik politikasıyla çalışmaktadır. Irkçılık karşıtı Yurttaşlık Hakları Hareketi ve sömürgecilik karşıtı Black Power Hareketi ABD’de 1960’-ların devrimci kültürel ortamında siyah kimlikle olumlu bir ilişki kurulabildi. Kimliği karakterize eden siyah olmak (blackness) olgusu, güç aldıkları “siyah güzeldir” (Black is beautiful) ve “ben siyahım ve bununla gurur duyuyorum” sloganlarıyla artık siyah olmanın olumsuz bir sembol olmaktan çıkmasına katkı sunmuştur. Kimliğin karakterize edilmesi böylece özgüvenle ırkçı gelenekleri yıkmıştır. Bu siyasi bilinçlenme süreci, siyah olmayı farklı yorumlama ve değerini yükseltme girişimlerine etkin biçimde katılan bir popüler kültür ortamı tarafından hızlandırılmıştır. Kimlik siyasetinin bu tarzda üstlenilmesi, gerek Avrupa’da yaşayan siyah diyaspora, gerekse de yeni renkleriyle göçmen topluluklar açısından önem taşıyan toplumsal dönüştürücü bir güç olmuştur.
       
       


        Kaynakça:
        Bhabha, Homi (1997): „DissemiNation. Zeit, Narrative und die Ränder der modernen Nation“. In: Bronfen, Elisabeth/Marius, Benjamin/Steffen, Therese (Hg.): Hybride Kulturen: Beiträge zur anglo-amerikanischen Multikulturalismus debatte. Tübingen: Stauffenburg, S. 149-194.
        Ha, Kien Nghi (2003): „Die kolonialen Muster deutscher Arbeitsmigrationspolitik“. In: Gutiérrez Rodríguez, Encarnación/Steyerl, Hito (Hg.) (2003): Spricht die Subalterne deutsch? Postkoloniale Kritik und Migration. Münster: Unrast, S. 56-107.
        Ha, Kien Nghi (2010): Unrein und vermischt. Postkoloniale Grenzgänge durch die Kulturgeschichte der Hybridität und der kolonialen „Rassenbastarde“. Bielefeld: transcript.
        Hall, Stuart (1997): Cultural Representations and Signifying Practices. London: Sage
        Zaimoğlu, Feridun (1995): Kanak Sprak. 24 Mißtöne vom Rande der Gesellschaft. Hamburg: Rotbuch.