Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • SONRAKİ YAZI
  • ÖNCEKİ YAZI
    5. Sayı / Ocak-Şubat 2009



    Die Gaste 5. Sayı / Ocak-Şubat 2009

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com

    Göçmenlik ve Şiddet


    Dr. Hakan AKGÜN





        Göçmen gençlerin şiddete yatkınlığı Almanya kamu oyunda son zamanlarda en çok tartışılan konulardan biri. Aile içi şiddet bu konudaki tartışmaların ağırlık noktasını oluşturmakta ve aynı şekilde aile içi şiddetin kaynağının ise kültürel nedenlere dayandığı iddia edilmektedir. İşte son günlerde sık sık okuduğumuz haber başlıklarından bazıları:
        Gerçekten öyle mi? Göçmen kökenli olan bizler ve bizim çocuklarımız kendi kültürümüzün kurbanları mıyız? Yoksa bunların hepsi kuzu gibi uysal olan biz göçmenlere yönelik karalama politikasının ürünleri mi?
        Ne yazık ki olay yukarıdaki soruları kolayca evet veya hayır şeklinde yanıtlayabileceğimiz kadar basit değil. Şiddetin ortaya çıkmasında rol oynayan etmenler çok yönlü. Şiddetin çocukların eğitim sürecinde bir çözüm şekli olarak gösterilmesi doğal olarak şiddetin ortaya çıkmasını güçlendiren etmenlerden biridir. Ama bunun yanında sosyo-ekonomik durum, düşük eğitim düzeyi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan gelecek kaygısı, kabul edilmeme ve dışlanma duygusu, cinsiyet, gençlik dönemi bu bağlamda aklıma gelen etmenlerden bir kaç tanesi. Hiç bir ciddi bilimsel araştırma bir kültür veya din etmeninin başlı başına şiddetin ortaya çıkması için belirleyici olduğunu ortaya koymamıştır. O nedenle şiddetin kaynağının belli göçmen gruplarının kültüründe olduğu savı olayı basite indirgemek, şiddetin ortaya çıkmasını güçlendiren bir çok etmeni gözardı etmek anlamına gelmektedir.
        Eğer durum bu kadar basit olsaydı en şiddet yanlısı kuşak birinci kuşak olması gerekirdi. Çünkü onlar bütün sosyalizasyonlarını kendi ülkelerinin kültürlerinde geçirmiş ve bu mantıkla en çok şiddete yönelik çözümler üretmesi gereken kesimdi. Fakat tam tersi ortaya çıkmış ve birinci kuşak yerli Alman toplumuna kıyasla bile daha az şiddete başvurmuş ve daha az polis kayıtlarına geçmiştir. Gerçekten bu durum sosyoloji dalında bilimsel araştırmalara konu olması gereken bir fenomendir.
        Bu durumun ortaya çıkmasında bence birinci kuşağın kaderci yaklaşımı, göçmenlik olgusunu bir kaç senelik geçici bir süreç olarak görmeleri, gurbette karşılaştıkları dışlanma ve haksızlıkları yılda bir kere de olsa izin döneminde parasal göstergeler yoluyla kendi ülkelerinde telafi etme eğilimleri muhakkak önemli olmuştur. Bunun yanında burada büyüyen, sosyalizasyonunun önemli bir bölümünü Alman eğitim ve öğretim kurumlarında geçiren 2. ve 3. kuşaktan aynı şekilde karşılaştıkları dışlanma ve haksızlıkları kaderci bir anlayışla sineye çekmelerini beklemek gerçekçi olmaz. Çünkü onlar bütün bu haksızlıkların ve dışlanmaların kısmetle veya kör talihle açıklanamayacağını ve karşı konması gerektiğini birinci kuşaktan farklı olarak devam ettikleri Alman eğitim ve öğretim kurumlarında öğrenmişler ve öğrenmektedirler. İşte ne yazık ki şiddet bazı gençler tarafından bir karşı çıkma metodu olarak kullanılmaktadır.
        Göçmenlik ve şiddet olgusuyla ilgili bu düşüncelerimin şiddeti haklı çıkarmak olarak algılamasından endişe ettiğim için konuya biraz daha açıklık getirmek istiyorum: Şiddet hiç bir şekilde hoş görülemez ve kabul edilemez! Benim bu düşüncelerimi dile getirmekteki amacım şiddetin oluşmasındaki etmenleri anlamak, fakat hiç bir şekilde şiddeti anlayışla karşılamamaktır. Bu bağlamda şiddetin oluşmasını önlemek için öncelikle eğitim ve öğretim sistemindeki haksızlıkların ve ayırımcılığın önlenerek gençlerin sokaklarda işsiz güçsüz ve hedefsiz olarak dolaşmalarını engellemek gerekmektedir. Çünkü eğitim şiddete karşı en etkili önlemdir.
        Doğal olarak tüm suçu karşı tarafa yüklemek de olayı basite indirgemek anlamına gelir. Bu bağlamda, bir anlamda kendi kültürümüzle ilgili bir özeleştiri yapmadan da geçemeyeceğim: Türkçe’deki deyimlerimizi ve atasözlerimizi kültürel birikimimizin söylemleri olarak algılayacak olursak, şiddeti hoş gören ve çözüm yolu olarak gösteren söylemlerin yaygınlığını itiraf etmemiz gerekir. “Kızını dövmeyen dizini döver”, “dayak cennetten çıkmadır”, “silah namustur”, “namusu kan temizler”, “elinin tersiyle vurmak”, “elini korkak alıştırmamak”, “gözünü oymak”, “saçını başını yolmak”, “kan kusturmak”, “kıçına tekmeyi vurmak” bu konuyla ilgili bir çırpıda aklıma gelen deyimler ve atasözleri.
        Böylece çuvaldızı başkalarına batırırken iğneyi de kendimize batırmış olduk! Bütün bu şiddet içeren söylemlerin gençlerimizin şiddete yönelmelerindeki payı ne kadar acaba?