Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • SONRAKİ YAZI
  • ÖNCEKİ YAZI
    6. Sayı / Mart-Nisan 2009



    Die Gaste 6. Sayı / Mart-Nisan 2009

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com


    “Kullanılmayan Potansiyeller”
    Araştırmasına İlişkin Değerlendirme


    Doç. Dr. Uğur Tekin
    Köln Üniversitesi / Kültürlerarası Araştırmalar Enstitüsü





        Bu yazı ile, Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü tarafından, 2009 başında basına açıklanan araştırmanın sonuçlarının bütünsel bir değerlendirilmesi yerine, Almanyada ikinci dünya savaşı sonrası yabancılar üzerine yapılan araştırmalara kısaca göz atmak istiyorum. Çünkü geniş kesimler arasında tartışmalara neden olan bu araştırma ile, Almanya’da şimdiye kadar göç ve göçmenler üzerine yapılan araştırmaları belirleyen paradigmanın, bir süreklilik taşıdığını düşünüyorum.
        Yazımda aşağıda ki tespitlerden hareket etmekteyim. Almanya’ya göçün geçirdiği evrelere bağlı olarak göçmenlere verilen isimler değişimler gösterirken, buna bağlı olarak bilimsel araştırmaların konuları da değişmektedir. Aynı zamanda, Alman-ya’da göçmenlere yönelik söylem ve politikalar ile, sosyal bilimlerce üretilen teorik argümanlar arasında, bir paralellik kurulmuştur. Bu paralelliğin nedeni, sosyal bilimlerin araştırmalarından yola çıkarak, göçmen politikalarının belirlenmesi değildir. Tersine, yapılan bilimsel araştırmaların büyük çoğunluğunun, dönemin söylemiyle uyum içinde olması, göçmenler üzerine söylemin dışına çıkmaması ve bu söylemin organik bir parçası olmasıdır. Göç ve göçmenler üzerine geliştirilen bilimsel araştırmalarda değişmeyen sadece iki temel yaklaşım vardır; etnik olarak tanımlanan toplumun çıkış noktası olarak ele alınması ve göçmenlikle ilgili ortaya çıkan sorunların araştırılmasında Farklılık (Diferenz) Teorilerinin kullanımıdır. Kültürel ve etnik özellikleri ön planda tutan bu yaklaşımın, politik ve sosyal sorunların kavranmasının önünde bir engel olacağı açıktır.
        Yakın tarihe kısa bir göz attığımızda aşağıdaki tesbitleri yapabiliriz. Federal Almanya’ya devletlerarası anlaşmalarla göçmen işçi alındığı dönemde (1955-1973), “misafir” olarak tanımlanan bu işçilerin, topluma katılımı üzerine hiç bir program geliştirilmediği gibi, bu tür bir göçün uzun süreli topluma etkileri üzerine çalışmalar da yapılmamıştır. Bu “misafir işçi” döneminde politik ve medya söylemindeki geçicilik bilimsel araştırmaları da belirlemiştir. Bu dönemde yapılan bilimsel araştırmaların bir çoğu, misafir işçilerde görülen, yabancı bir ülkede yaşamaları nedeniyle ortaya çıkan, sosyal ve psikolojik sorunları araştırmakla sınırlı kalmıştır.
        İşçi alımının durdurulmasından sonra bu “misafir”lerin kalıcı olma eğilimi tesbit edilmiş ve göçmenler için yabancı (Ausländer) kavramı kullanılmaya başlanmıştır. Yabancılık (Ausländer) söyleminin ön planda oluğu dönemde bilimsel çalışmalarda görev dil bilimcilere ve eğitim bilimcilerine verilmiştir. Sorunsal ya geri dönüş ya da topluma asimile olmak üzerine kurulmuştur.
        70’li yılların sonunda ise göçmenler üzerine söylemde yabancılık (Fremdheit) ön plana çıkmıştır. Bilimsel araştırmalar, bu yabancıların (Fremde) yapıları gereği ileri sanayi ülkelerine uyum sağlamaktaki zorluklarının nedenlerinde yoğunlaşmışlardır.
        80’li yıllarda bu yabancılık (Fremdheit) özelliğinin Türklerde olduğu tesbit edilmiş ve tartışmalara yeni bir dinamik katan “yabancı bir din” olan Islam, tartışmaların temeline oturmuştur. Patalojik bir durum olarak tanımlanan, iki kültür arasında yaşamın zorlukları üzerine yapılan araştırmalar da, bilimsel tartışmaları belirlemiştir.
        90’li yıllarda ise göçün toplumsal sonuçları üzerine tartışmalar ön plana çıkarılmış ve “paralel toplum” kavramı çerçevesinde, fundamentalizmin hakim olduğu gethoların oluşması ve bu durumun tehlikeleri üzerine yoğunlaşılmıştır. Alman toplumunun yabancılığa ne kadar tahammül edebileceği tartışması, göçün nasıl engellenebileceği tartışmasıyla paralel gelişmiştir. İki Alman devletinin birleşme sürecinde milli birlik ve beraberlik söylemi Almanlarla yabancılar arasında tanımlanan farklılığı derinleştirmiştir. Öncü Kültür tartışmalarıyla noktalanan günlük hayattaki farklılıkların politik-toplumsal farklılıklar olarak tanımlanması dönemin karakteristik özelliğidir.
        Günümüzde göçün başlangıcından elli yıl sonra, 21. yüzyılda Almanyanın bir göçmenler ülkesi olduğu kısmen kabul edilmiştir. Artık Almanyada göç ve göçmenler üzerine tartışmalar, Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü’nün yaptığı araştırmada olduğu gibi, göçmenlerin topluma yararı/zararı üzerine şekillenmektedir. Bu tartışmanın doğal sonucu topluma yararlı olan ve yararlı olmayan göçmenler ayırımı ön plana çıkmaktadır. Bence bu araştırmayı ilginç hale getiren göç sorunsalını ele alan araştırma grubunun demograflardan oluşmasıdır. Göç tartışmasına çok geç katılan demografların Almanya bilim çevrelerinde oldukça yıpranmış bir imaji vardır. Nazi rejiminin ırkçı nüfus politikasının oluşmasında önemli rol oynayan bir bilim dalı olan demografi, son yıllarda sosyal sigorta sisteminin sorunları üzerine başlayan tartışmalara yönelik önerileriyle dikkat çekmiştir. Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü’nün göç ve göçmenler üzerine tartışmalar katılması da yaşlanan toplumun sorunları, yaşlanan topluma müdehale çerçevesinde geliştirdikleri tezlerle olmuştur. Demograflara havale edilen göç araştırmalarıyla, insanların yaşadıklari sosyal çevreden bağımsız olarak, yararlılık/zararlılık temelinde ele alması normelleştirilmiştir. Böylece sosyal kategorilerin yerine “atıl potansiyel” gibi salt ekonomik kategorilerla göç ve göçmenler sorununun ele alınacağı bir döneme girmiş bulunuyoruz.