Die Gaste
İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE
ISSN 2194-2668
DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN İNİSİYATİF
(Initiative zur Förderung von Sprache und Bildung e.V.)


  • SONRAKİ YAZI
  • ÖNCEKİ YAZI
    6. Sayı / Mart-Nisan 2009



    Die Gaste 6. Sayı / Mart-Nisan 2009

     
     

    Die Gaste

    İKİ AYLIK TÜRKÇE GAZETE

    ISSN 2194-2668

    DİL VE EĞİTİMİ DESTEKLEMEK İÇİN
    İNİSİYATİF

    Yayın Sorumlusu (ViSdP):
    Engin Kunter


    diegaste@yahoo.com


    Nice yıllara İstasyon!


    Serap Sadak





        1989 yılında Hamburg Türk Toplumu çatısı altında bir çalışma grubu olarak ilk dafa bir araya geldik. Erhan Gökgücü’nün “İki Kalas bir Heves” diye bir oyunu vardır, bu başlık bile bizim o zaman ki durumumuzu tanımlamak için çok abartılı olur. Bizimki koskocaman bir “HEVES”ti. Bir kısmımız çok tiyatro izlemiştik, ama bu işin mutfağı üzerine bilgi sahibi değildik.
        Hiç şüphesiz bu konudaki cesaretimizin kaynağı da burada yatıyordu. Evet, çeşitli yaş grubundan insanlar bir araya gelmiştik. Türkçe tiyatro yapmak istiyorduk, nereden başlamalı, nasıl yürütmeliydik?.. Bunu da tam bilmiyorduk. O zaman, günümüzde olduğu gibi teknik bilgiler, oyun metinleri içeren kitaplar, çalışma alanları ve maddi olanaklar yok gibiydi. O dönemde “ayda bir buluşup, birlikte oyun izleyelim” fikri oluştu. Böylece başlamamış çalışmalarımıza ara vermek zorunda kaldık.
        İçimizde, Türkiye kökenli insanların sosyal kültürel gereksimlerine dönük birşeyler yapabilme istemi vardı. Bizler, artık bu toplumun yerleşik unsurlarıydık. Yaşanan sorunlardan biri de “KÜLTÜREL KİMLİK”ti. Kültürel kimlik arayışı içinde olan ya da kültürel kimliğini yitirmemeğe çalışan insanların en önemli kaynağı SANAT olduğuna göre, sanatın tüm dallarını içeren tiyatro, bu yolda en etkin görevi üstlenebilirdi. Halkları birbirinden ayıran özellikleri, KÜLTÜR sözcüğü ile simgelersek, tek boyutlu bir dünyada yaşamamak için, insanların kendi ve diğer kültürlerle tanışma ortamını yaratmada araç olmalıydık. Anadilini genç kuşaklara taşımak istiyorduk. Dil aktarmada, sevdirmede, dilin sanatsal kullanımını göstermede (daha sonraki yıllarda bu konuda bize büyük emeği geçen Demir Gökgöl’ü anmadan geçemeyeceğim), tiyatro söze dayalı bir yapıya sahip olduğu için, çekirdek grup yeniden başlamaya, daha planlı ve düzenli çalışmaya karar verdi.
        Plan ve düzeni biz sağlayabilirdik de oyunculuk çalışmalarına ağırlık vermek için, bizleri gönüllülük bazında çalıştıracak profesyoneller bulmak gerekiyordu. Her zaman, her yerde; maddi kaynaksızlık veya olan kaynakların yetersizliği ( bu günde durum değişmedi) yetişme sürecimizi uzatıyordu. Ama içimizden de, herhangi bir oyun metnini ezberleyip sunmaktan öteye, az da olsa beden dilimizi kullanabilmeyi başarmak geçiyordu.
        Macit Koper bir söyleşide “ Bir öğrencinin, bir memurun, bir işçinin, bir meslek sahibinin tiyatrocu olması ne demek?” sorusuna verdiği yanıtta, “bir tiyatrocunun aynı zamanda bir cerrah olması ne demekse o” diyor. Kıyaslarsak, biz de hemen bir cerrah olamayacaksak da en azından bir sıhhıyeci, bir hastabakıcı kıvamında işe başlamak istiyorduk. Böylece yıllar geçti…
        Birikim ve deneyimlerimizi bir oyunla sürdürme aşamasında kendimize, İstasyon Tiyatro İletişim adını seçtik. Gerçekten de, bir istasyon gibi gel gitler, bir hareket yaşadık, yaşıyoruz.
        İlk oyunumuz “Başbakan Deli mi?”yi Muzaffer İzgü’nün öyküsünden yola çıkarak o zamanki güncel gelişmeler ışığında sahneye uyarladık (Reji: Cengiz Talınlı). Küçücük bir yükselti üzerinde bir- iki taşıma spotla oynadık. Bunlar kiralık spotlardı, kilometrelerce öteden alınıyor, geri götürülüyordu, maddi külfeti çoktu, istenilen verimleri de yoktu. Gölgelerin önüne geçilemiyordu. O oyunun afişi, kuruculardan birinin akrabası tarafından, bağış olarak, Bavyerada bastırılıp gönderilmişti. Bu oyunumuzla turneye bile gittik.
        Kaynak ve olanaklar yaratabildikçe Workshop’lara (çalışma atölyeleri) devam ediyorduk.
        İkinci oyunumuz da birincisi gibi, Aziz Nesin’in bir hikayesinden yola çıkarak, büyük bir kısmını benim ve bana arkadaşların yazıp getirdiği bölümlerden güncel olayları da katarak oyun haline getirdiğimiz “ Aynalı Aynasızlar”dı (Reji: Z. Zeki Şahin). Ölüp ölüp dirilen bir polisin hikayesini anlatıyordu. İki dünya arasında gidiş gelişlerde kullanılan teknik, kıyafetler, imkânlarımıza göre bayağı görkemliydi. Aramızdan bir grup, sanatın silah olarak kullanılabileceğini düşünüp, oyuna daha ideolojik bir son yazmamızı istedi. İstasyon için tiyatro, ne salt eğlence aracı, ne de salt slogan olmamalıdır. Bütün bu gerilimlere karşın oyun epeyi sergilendi. Yeni bir oyuna geçtiğimizde bazıları aramızdan ayrıldı. Bu iki oyunumuz üzerine uzun uzun yazdım, çünkü bunlar ilk deneyimlerdi ve değişik biçimlerde tekrarlanıp durduğundan, bu güne gelirken tiyatro yönetim yolculuğunda bize ışık tuttu.
        İstasyon Tiyatro İletişim, amatör bir ruhla profesyonelce çalışmaya uğraşan bir gruptur. Topluluğumuzu oluşturanların bu ilkeye yaklaşımları hep değişik olur. Bizimki gibi gruplara gelenlerin çoğu şu düşüncededirler:
        – Boş zamanlarını, yüreğinde yanmakta olan tiyatro aşkına ayırmak isteyenler.
        – Hep düşlediği “oyuncu” olmayı gerçekleştirmek amacında olanlar.
        – Bir oyun görüp, özenip “ben de yaparım” diyenler
        – Birilerine çok gülüp, soytarı psikolojisi içinde ortaya çıkıp komik olmayı isteyenler v.b .
        – Alkışın dayanılmaz cazibesinde buluşunca, topluluk oluşur, bundan sonra özenci tiyatronun diğer zorlukları devreye girer.
        – Ya hangi oyunun oynanacağı belli değildir, oyun seçilmiş olsa da topluluğun sayısına, ya da mekâna veya olanaklara uygun değildir. Prova yapılacak alan küçük veya yoğunlaşmaya elverişli değildir.
        – Oyuncuların boş zamanları birbirine uymaz.
        – Eldeki teknik araç-gereç, dekor, giysi, ışık v.b. şeyler tam değildir.
        – Parasal olanaklar olmadığından yönetmen tutulamaz.
        – Rol dağıtımındaki hazımsızlık gerilime dönüşür.
        Aşılmayacak engel yoktur diyerek “aynı yerde bulunan kimseler” olmaktan çıkıp “görüşleri, hedefleri bir olan kimseler bütünü” olmak üzere konuşulur, tartışılır. Çünkü “Tiyatro Nedir?” sorusuna ortak yanıt bulmadan grup olmak olanaksızdır. Bu aşamadan sonra hedeften şaşmadan disiplinli, yoğun bir çalışmayla oyun çıkar. Bir iki sergilemeden sonra, oyunculardan biri herhangi bir nedenden oyundan ayrılır. Böylece yeni yeni engeller çıkar, sıkılınır, zorlanılır ama bunlar da aşılacaktır, aşılmak zorundadır.
        Yukarıda anlattığım sorunlar üç aşağı beş yukarı tekrarlanır durur. Kısaca diğer oyunlarımızı da sayayım.
        Demir Gökgöl’ün rejisinde “Evcilik Oyunu” – Adalet Ağaoğlu, “ Kadıncıklar” – Tucer Cücenoğlu , “ Hadi Öldürsene Canikom” – Aziz Nesin/Umut Sinan Zor’un rejisinde “Yangın Yerinde Orkideler” – Memet Baydur, “Kadınlık Bizde Kalsın” – Yılmaz Erdoğan oyunlarını oynadık. Celil Denktaş‘ın metninden “Bir Garip Akşam”, Memet Baydur’un “Düdüklüde Kıymalı Bamya”sını ben sahneye koydum. En son beden dilimizi geliştirecek bir atölye çalışmasından rejisini Telat Yurtsever’in yaptığı “Bilder Einer Immigartion-Göç Sahneleri”ni göçün üç kuşağından dans tiyatrosu tadında görüntülerle sunduk.
        Hamburg’a gelen bazı tiyatro gruplarının organizasyonunu üstlendik. Bol bol şiir akşamları düzenledik.
        Hani “Ah, ah bu günkü aklım olsaydı, ben o zaman; şöyle yapardım, böyle olurdu” derler ya, ben de “ iyi ki o zaman bu günkü aklım yokmuş” diyeceğim. Neden mi ? Oradan buraya gelirken harcanan emeği, çekilen sıkıntıyı, duyulan keyfi, tiyatronun gizemli dünyasını yaşamamış olacaktım. Artık spot taşımıyoruz, kazandıklarımızla kendimize ait bir ışık sistemi kurabildik. Aynı binanın bodrum katında (kirasını vermekte zaman zaman zorlandığımız) onarıp bir çalışma atölyesi haline getirdiğimiz, kendimize ait bir alanımız, çok zengin bir tiyatro kitaplığımız, kostüm ve aksesuar birikimimiz var. Minik de olsa tiyatro bilgisi birikimimiz de oluştu. Tüm olanaklarımızdan çevremizdeki dost grupları da yararlandırıyoruz.
        Nice yıllara “İSTASYON” derken, alkış, takdir, zorluk, keyif, üzüntü, heyecan, sevinç, sıkıntı, göz yaşı, hırs, maddi ve teknik yetersizlikle dolu yirmi yılı geride bırakırken; 2008 Mayıs ayında katıldığımız, 24. Denizli Enternasyonal Amatör Tiyatrolar Festivalinde en beğenilen grup olarak irdelenmemiz, heşeye karşın düşündüklerimizin bir kısmını hayata geçirebilmiş olmanın zevkini, onayını verdi, devam etme gücümüz yenilendi.
        Bu yolda başlangıçtan bu yana oyunlarımızın oluşmasında,
        – Sahne üzerinde ve sahne gerisinde (ki onlar, çalışmalarıyla oyuncular kadar oyuna can veren görünmeyen kahramanlar) görev alanlara,
        – Gelerek oyunlarımızı izleyen, yorumlarıyla bizlere katkısı olan tiyatro severlere,
        – Anadilinde sergilediğimiz oyunlar için, bize destek olmayan Hamburg Kültür Dairesine (başka örnekleri gördük),
        – Bulunduğumuz çatı altında bize destek olan, olmayan tüm derneklere,
        – Bizleri gönüllülük bazında çalıştırmış olan Türkiye’den ve Hamburg’dan tüm profesyonel oyuncu dostlara,
        – Duyurularımızı, haberlerimizi yapan, yapmayan tüm basın kuruluşlarına, örgütlere, bize bu fırsatı verdiğiniz için size, kısaca, Hamburg’un en eski ve uzun soluklu tiyatro grubu olarak bizi bu günlere taşıyan, emeği geçen herkese teşekkür ederiz.
       
        www.tiyatroistasyon.de